İçeriğe geç

Porozite Kompasite nedir ?

Porozite Kompasite Nedir? Öğrenmenin Derinliklerinde Dönüşen Bir Metafor

Bir sınıfın içinde sessiz bir merak kıpırdanır: Öğrenciler gözlerini tahtadan kaldırır, bir cümleye takılırlar. “Bilgi nereye gider, öğrenme nereye yerleşir?” diye düşünürler. İşte bu noktada bir eğitimci olarak içimizde yankılanan bir farkındalık vardır: Öğrenme, yalnızca doldurulan bir kap değildir; bazen bir gözenek gibidir, bazen de sıkı sıkıya kenetlenmiş bir yapı. Bu düşünce bizi pedagojik bir metafora götürür: Porozite ve Kompasite. Bu iki kavram, yalnızca fiziksel bilimlerde değil, insan zihninin öğrenme biçimlerinde de derin anlamlar taşır.

Porozite ve Kompasite: Bilimden Eğitime Geçen Kavramlar

Porozite (gözeneklilik), bir yapının boşluk oranını, Kompasite ise (sıkılık, yoğunluk) katı malzeme oranını ifade eder. Yani biri açıklığa, diğeri doluluğa işaret eder. Jeolojide, seramikte ya da toprak mekaniğinde bu iki kavram bir denge oluşturur: Ne kadar boşluk varsa o kadar geçirgenlik, ne kadar sıkılık varsa o kadar dayanıklılık vardır.

Peki ya eğitimde? Porozite öğrencinin zihinsel açıklığını, yani öğrenmeye açık alanlarını simgeler. Kompasite ise öğrenilen bilgilerin yoğunlaşması, anlamın sıkı biçimde yerleşmesidir. Bir öğrencinin öğrenme süreci, tıpkı bir toprağın suyu emmesi ve sonra onu besleyici bir kaynağa dönüştürmesi gibidir.

Öğrenmede Porozite: Açıklığın Pedagojisi

Poroz bir öğrenme zihni, yeni bilgilere açık, esnek ve merak doludur. Bu tür bir öğrenmede hatalar, eksikler veya boşluklar bir kusur olarak değil, gelişim alanı olarak görülür. John Dewey’nin deneyimsel öğrenme teorisi, tam da bu düşünceye dayanır: Öğrenci öğrenme sürecine aktif katıldıkça, boşluklar öğrenmenin doğurgan alanlarına dönüşür.

Bir eğitimci olarak şu soruyu sormak gerekir: Öğrencilerimizin zihinlerinde ne kadar porozite var? Onlara keşif, sorgulama ve yanılma hakkı tanıyor muyuz? Yoksa bilgiyi sıkı sıkıya paketleyip zihinsel geçirgenliği azaltıyor muyuz?

Bir sınıfta porozite, öğrencinin düşünmeye cesaret etmesiyle başlar. Sorular sormasına, farklı kaynakları birleştirmesine, deneyimlerini paylaşmasına izin verildiğinde öğrenme, durağan bir bilgi aktarımı olmaktan çıkar; yaşayan, nefes alan bir sürece dönüşür.

Kompasite: Bilginin Yerleşik Gücü

Kompasite, öğrenmenin derinleştiği, bilginin yerleştiği noktayı temsil eder. Bu, yüzeysel ezberin ötesinde bir yoğunluktur. Bir öğrencinin bir kavramı özümseyip kendi dünyasına entegre etmesi, zihinsel sıkılığın bir göstergesidir.

Bu noktada Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı bize rehberlik eder. Piaget’ye göre, öğrenme süreci özümseme ve uyum sağlama süreçlerinin dengesiyle ilerler. İşte burada porozite ve kompasite arasında bir dans başlar: Öğrenci yeni bilgiyi alır (porozite), mevcut şemalarına entegre eder (kompasite). Eğer bu denge bozulursa, ya bilgi yüzeyde kalır ya da öğrenme katılaşır.

Öyleyse soralım: Biz öğrencilerimizi ne kadar derinlemesine düşündürüyoruz? Bilgiyi sıkıştırarak mı öğretiyoruz, yoksa onun zihinsel anlamda yerleşmesi için alan mı açıyoruz?

Pedagojik Denge: Açıklık ve Yoğunluk Arasında

Bir eğitim sisteminin sürdürülebilirliği, porozite ile kompasite arasındaki dengeye bağlıdır. Aşırı gözenekli bir öğrenme ortamı dağınık, tutarsız bilgiye yol açabilir; aşırı kompakt bir sistem ise eleştirel düşünmeyi bastırır. Modern pedagojide, “esnek yapılandırmacılık” anlayışı, bu iki uç arasında denge kurmayı hedefler. Öğrencinin kendi öğrenme sürecini yapılandırırken açık alanlara da, derin yerleşimlere de ihtiyaç vardır.

Bu noktada Vygotsky’nin Yakınsak Gelişim Alanı kavramı önemli bir köprü sunar. Öğrencinin kendi başına yapamadığı ama rehberlikle başarabileceği öğrenme alanı, hem geçirgen hem de yoğun bir zihinsel yapıyı gerektirir. Bu alan, porozitenin açıklığıyla kompasitenin kararlılığı arasında kurulan dinamik bir denge alanıdır.

Toplumsal Boyut: Öğrenmenin Doku Etkisi

Toplumsal ölçekte bakıldığında, bir toplumun porozitesi, farklı düşüncelere, kültürlere ve yeniliklere açıklığını gösterir. Kompasitesi ise bilgi, değer ve deneyimin o toplumun kültürel dokusuna ne kadar yerleştiğini belirler. Bir toplum ancak bu iki niteliği bir arada taşıdığında sürdürülebilir bir öğrenme kültürüne ulaşabilir.

Peki biz, eğitimciler olarak bu dokunun neresindeyiz? Sınıflarımızda yalnızca bilgi mi aktarıyoruz, yoksa öğrenmenin akışını ve gözenekliliğini mi besliyoruz?

Sonuç: Öğrenmenin Dönüştürücü Alanı

Porozite ve kompasite yalnızca fiziksel kavramlar değil; insanın öğrenme sürecinin derin metaforlarıdır. Her bireyin öğrenme dokusu farklı bir gözenek dağılımına sahiptir. Kimi daha geçirgendir, kimi daha yoğun; kimi bilgiyi süzer, kimi biriktirir. Eğitimin amacı bu dokuyu sabitlemek değil, dönüştürmektir. Çünkü öğrenme, bir kez içeri sızdığında, artık eskiyle aynı değildir.

O halde kendimize şu soruyu soralım: Zihnimizin gözenekleri hâlâ açık mı? Yeni bilgiye, yeni bakış açılarına, yeni anlamlara yer var mı? Yoksa fazlasıyla sıkışmış bir kompasite içinde mi öğreniyoruz?

Kaynakça

  • Dewey, J. (1938). Experience and Education. Macmillan.
  • Piaget, J. (1952). The Origins of Intelligence in Children. International Universities Press.
  • Vygotsky, L. S. (1978). Mind in Society: The Development of Higher Psychological Processes. Harvard University Press.
  • Freire, P. (1970). Pedagogy of the Oppressed. Bloomsbury.
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
prop money